hesabın var mı? giriş yap

  • dünya üzerindeki herkesin birbirinin en az 50. kuzeni olması.

    şöyle düşünelim hepimizin 2 ebeveyni var. bu birinci kuşak 2^1=2. iki kuşak geri gidersek, her birimizin 2^2=4 tane büyük ebeveyni var. 3 kuşak geri gidersek 2^3=8 tane büyük büyük ebeveynimiz var. bu böyle 2'nin üsleri şeklinde katlanarak gitmeye devam eder. biz 30 nesil önceye gidersek 2^30 tane, yani yaklaşık 1 milyar tane kendi soyumuzdan insan olması gerekir bu dönemde. ne var ki 30 nesil önce yani yaklaşık ortaçağ zamanında dünya üzerindeki nüfus sadece 300 milyon civarındaydı.

    bunun nedeni soy ağacımızda ne kadar geriye gidersek bir kişinin birden fazla yerde karşımıza çıkmasına o kadar fazla tanık oluşumuz. biz geriye gittikçe uzaktan akraba iki kişinin * evlenip çoluk çocuğa karıştığını görürüz.

    aslında şu anda flört etmekte olduğumuz kızla/erkekle, eğer bu kişi yaşadığımız şehirde ve bizimle aynı etnik kökene sahipse, 5'te 1 ihtimalle 10 nesil öncesinde ortak aile üyelerimiz bulunmaktaydı. yani bir bakıma aynı aileden geliyoruz ve çok uzaklardan akrabayız.

    araştırmalar gösteriyor ki şu an dünyadaki herkesin en son ortak atası 2000 ila 4000 yıl önce yaşamış. bu demek oluyor ki bugün dünyadaki herhangi iki kişinin 2000 ila 4000 yıl önce yaşamış ortak bir atası bulunuyor. bununla birlikte son araştırmalar gösteriyor ki, m.ö 300 yılında tayvan'da yaşamış bir insanın, şu anda dünyada bulunan bütün insanlarla akrabalık bağı bulunmaktaymış.

    bir diğer teori ise small world phenomenon olarak biliniyor. bu teori ise dünya üzerindeki herhangi bir insandan diğerine 6 bağlantıda ulaşılabileceğini söyler. yani şu an bu yazıyı okuyan sizin tanıdığınızın tanıdığının tanıdığının tanıdığının tanıdığının bir tanıdığı da kim. evet ben ufuri. merhaba.

  • microsoft word'te hazırlanan bir belgenin kaydetmeden çıkılsa dahi çok çok kolay bir şekilde ulaşılabilir olduğu. vay efendim iki saattir uğraşıyodum bütün emeğim gitti, yok müdüre yetiştirmem lazımdı şimdi yalan söylüyorum sanıcak, yok efendim sabaha kadar uğraştım şimdi ödevi yetiştiremiycem derdi aslında yokmuş lan. olum yıl 2013 artık bunlar kalmamış lan. o abidik hal ve hareketler geçmişte kalmış lan. bak şimdi şöyle oluyo;

    yazdın yazdın kaydetmeden çıktın. geri getirmek için yapılacak şey, aynı belgeye girmek, sol taraftaki dosya menüsünden bilgi ekranına tıklayıp, ekranda beliren sürümleri yönet simgesinin yanındaki "kaydetmeden kapattığımda" şeklinde beliren dosyanıza tıklamak. ahan da ekran görüntüsü;

    http://s12.postimg.org/…/kaydetmeden_ka_att_mda.jpg

    laaps diye getiriveriyo valla. sonra farklı kaydet diyip aynen devam ediyosun. bilmiyorum genel olarak bilinen bişiy miydi ama valla ben bulunca hemen paylaşayım didim. kullanın bunu.

    edit: office 2010 ve sonrası için geçerlidir.

  • geçen eşim tutturdu aya gidelim. peki dedim kıramadım atladık mekiğimize. normalde hep marsa gidiyoruz da benim hanım evlenmeden önce ailesiyle yazları hep aya gidermiş. neyse efendim aya indik. bir baktım her yer çekirdek. bizim hanım eğildi birkaçını topladı. dedi şimdi kafada faunus var, mekiğe dönünce yeriz. lan meğer ayçekirdeği bildiğin ay çekirdeğiymiş. yemin ediyorum aklım çıkıyordu.

  • emre'nin saha dışında ki davranışları kamuya açık olmamakla beraber sadece emre'yi ilgilendirir. yeryüzünün en iyi insanı da olsa bunu sadece hususi hayatında göstermek ve kamuya tam tersi bir karakterde kendini sunmak en hafif tabiri ile dengesizliktir ve tıbbi müdahale gerektirir. onun saha dışı davranışlarını örnek gösterip saha içinde yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışmaksa en yerinde tabir ile geri zekalılıktır ve bu da diğeri gibi tıbbi müdahale gerektirir.

  • tahminimce ilgili evrendeki birçok çocuk ve gencin daha 14-15 yaşlarındayken uykularını kaçırmış, onları içlerinde bulundukları fantastik ortamın cazibesine ters düşecek basitlikte bir gelecek kaygısına itmiştir.

    londra'daki banliyönüzde oturuyorsunuz güzel güzel, yaş 11. birden bir baykuş geliyor, sizin sihirli güçleriniz bulunduğunu, bu güçleri değerlendirme yollarını usta büyücülerden öğrenebileceğiniz hogwarts büyü ve büyücülük okulu'na başvurmadığınız halde kabul olduğunuzu bildiren mektubu velilerinize teslim ediyor.

    eğer anne-babanız da büyücüyse sıkıntı yok, zaten böyle bir mektup bekliyorsunuzdur. eğer kendileri muggle'sa, "ben oğlumu hokus-pokusçu olsun diye büyütmedim, ya tıp okur, ona puanı yetmezse efendi gibi kpss'ye çalışır." demeyecek bir vizyon sahibi olmaları tek umudunuz olacaktır. kaldı ki siz karar verecek bir yetkinlik çağında değilsiniz, anne-baba istemeden çocuklarının ne idüğü belirsiz bir şatoda yatılı eğitime alınması hukuki süreçte nasıl bir karşılık bulur çok emin değilim. hele ki bu şatoda üç başlı köpekler, kafasının arkasında gelmiş geçmiş en kudretli büyücünün sureti olan öğretmenler falan varsa.

    ne ise, gerekli evreleri ve bürokratik sıkıntıları atlattıktan sonra hogwarts'taki örgün eğitiminize başladınız diyelim. yavaştan ortama alışıyorsunuz; kaymak birası, ballı çörek falan derken bir de ravenclaw sevgiliniz oluyor. zaten dörtgöz bir velet sayesinde okulda şenliksiz yıl geçmiyor, her yıl ayrı badireler atlatıyorsunuz. artık 4. veya 5. yılınıza geldiniz, yavaştan "nasıl para kazanıcam lan ben?" soruları hasıl olmaya başlıyor kafada. neticesinde büyüdür sihirdir diye diye ortaokul bile görmeden bir hevesin peşinde koşmuşsunuz ama dünyevi derslerden, eğitimden de eksik kalmışsınız. müthiş bir atmaca patronus'u çıkarmanız, muggle dünyasında bir kar-zarar tablosu okuyabilmenin veya araba lastiği değiştirebilmenin yanında esamesi bile okunmayacak bir yetenek sayıldığı gibi, zaten bu meziyetlerinizi kullanmanız da yasaklanmış normal insanların yanında. özetle, akdeniz üniversitesi su ürünleri mühendisliği mezunu karşısında bile tutunmanız mümkün değil bildiğimiz dünyanın herhangi bir iş kolu veya sektöründe.

    e o zaman büyülü bir iş yapayım diyebilirsiniz. önünüzdeki seçenekler ise son derece limitli bu noktada.

    - hogwarts'ta akademik kariyer: en akla yatkın yol gibi duruyor. o kadar büyü-sihir öğrendiniz, bunu gelecek nesillere aktarmak hem erdemli hem de finansal garantileri düşünülürse akılcı bir yol olacaktır. burada sorun şu ki, hogwarts'ta çok fazla mezun olmasına rağmen öğretmen istihdamı (normal olarak) sınırlı. yani ya üst yönetimden kallavi bir tanıdığınız, ya da olağanüstü yetenekleriniz olması gerek.

    - sihir bakanlığı'nda siyaset: bir diğer kariyer seçeneği. sihir bakanı her dönem yetenekli gençleri staj programına dahil edebiliyor. ancak siyaset çok kişinin ilgi alanına girecek bir konu değil. zaten o kadar sene türlü türlü majik mahlukatla içli dışlı olmuş bünyeyi "üretim fazlası uçan süpürgelerin yeniden değerlendirilmesi konulu talep formu" gibi fasa fiso işlerle doyuramazsınız.

    - seherbazlık: siyaset veya öğretmenlik ile ilgilenmiyorsanız, elinizde kalacak tek geçerli seçenek. ancak hem az para ödeniyor, hem itiyle kopuğuyla uğraşıyorsunuz. izdüşümü bizim dünyadaki narkotik şube gibi bi ortama rast geliyor. söylemesi, hava atması güzel ama 40'ınıza gelmeden karıyı kızı boşayıp bir iskoç köyüne yerleşerek alkolik olarak ölmeniz de son derece muhtemel.

    - diagon alley'de küçük esnaflık: bu da bir seçenek tabii. lakin 7 sene büyünün ve sihrin her türlü ilmini öğrendikten sonra kıç kadar ara sokakta troll siki satmak sizin kariyer hedeflerinizle ne derece örtüşür bilemem.

    - gringotts: finans alanı ile ilgilenenler için büyük bir fırsat, müthiş bir marka gringotts. ama tüm sektör goblinler'in elinde. yedirmezler o işi.

    gördüğünüz gibi hogwarts'ta aldığınız eğitim, sizin cv'nizde güzel dursa da asıl dünyada sizi büyük açmazlarla baş başa bırakabiliyor. yine moralinizi bozmayın. her türlü hususi iştirake de açık sonuçta büyücülük dünyası. yeterli finansmanınız ve özsermayeniz varsa kendi dükkanınızı açabilirsiniz, dünyayı dolaşıp araştırmalar yapabilirsiniz veyahut kitaplar yazabilirsiniz. ancak ailenizden yardım almadan kendi ayaklarınız üzerinde durmak istiyorsanız, baykuşu falan kovalayın geldiği anda ve babanızı dinleyin derim ben. bi de çince öğrenin gelecek çince'de.

  • sporcu kimliğinin yanında şov adamıdır. maçlarından önce ve sonraki söylemleriyle, mimikleri ve vücut dili ile muazzam şovlar yapmıştır.

    ernie terrell'ın maçtan önce kendisi ile taşşak geçip "cassius clay" demesi ve muhammed ali'nin maçta terrell'a her yumruk atışında "what's my name?" demesi unutulmazlar arasındadır.

    muhammad ali'nin, yerde yatan sonny liston'un tepesinde bütün heybeti ile durup spor tarihinin en iyi karelerinden birini vermesi.

    benim en sevdiğim şov'u ise; george w. bush'un, muhammed ali karşısında yumruklarını havaya kaldırıp "ehehehe" tribinde takılması, muhammed ali'nin bu şaklabanlığa cevabı, hastalığı nedeniyle titreyen elini şakağına kaldırıp "delirdin herhalde" der gibi oynatması.

    muhammed ali gelmiş geçmiş en iyi sporcu olmasının yanı sıra, çok iyi bir şov adamıdır.

  • kendisine şiir yazdığım über alman forvet:

    fiorentina'daki hali sakın unutma
    beşiktaş'a dil uzatma sebepsiz
    sen yine top oynardın ama
    euro 2016'ya gidemezdin şerefsiz.

  • budizm öğretileridir kimi zaman.

    "bir zen ustası, bir gün çölde kumlar üzerinde oturmuş meditasyon yapmaktadır. bir adam ona yaklaşır ve şöyle der:
    - beni öğrencin olarak kabul et.
    usta, parmağıyla kumlar üzerinde düz bir çizgi çeker ve şöyle der:
    - kısalt!
    adam, avuçlarıyla çizginin yarısını siler.
    usta der ki:
    - git, bir sene sonra tekrar gel.
    bir yıl geçer. adam ustaya yanaşır, usta, yine bir çizgi çizer ve der ki:
    - kısalt!
    adam, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır.
    usta yine kabul etmez ve der ki:
    - git, bir dahaki sene yine gel.
    1 yıl daha geçer. usta, tekrar kumların üzerine bir çizgi çeker ve adamdan onu kısaltmasını ister.
    bu kez, adam der ki:
    - bilmiyorum.
    ve ustadan cevabı kendisine söylemesini rica eder.
    usta, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker ve der ki:
    - şimdi kısaldı.
    bu hikaye, buddhist kültüründe ilerlemenin yolunu gösteren sırlardan biridir.

    düşmanlarınla veya diğer insanlarla boğuşmana hiç gerek yok, bunlar sana da zarar verir. senin olgunlaşıp ilerlemenle onlar kendiliğinden yenilgiye uğrarlar."

  • şu anda ülkemiz kıyılarında bulunan en zehirli balıklardan biri.
    iki üç metreden 150 metre derinliğe kadar denizlerimizde görülebilen bu balığın zehri, solungaç kapağı ve yüzgeçlerindeki dikenlerde bulunmaktadır.

    haziran ayı - ağustos ayı arası üreme dönemleridir ve bu dönem en agresif oldukları dönemdir ayrıca. tehlike anında dikenleri, avının etine girer ve yırtılan bez dokusundan içeriye doğru zehri salgılar.
    birazdan anlatacağım başıma gelen olaydaki hatayı yapmamanız için ilk bilmeniz gereken şey trakonya tarafından sokuldu iseniz sokulduğunuz bölgeyi soğuk suya değil; 40 derece ve üzerinde sıcak suya daldırmanız gerektiğidir.
    tabii kesinlikle doktora gitmenizi öneririm direkt.

    şişme, baş ağrısı, mide bulantısı, morarma, konuşma kaybı gibi semptomların yanında kangrene kadar gidebilir.
    kalp krizi geçirmenize dahi sebep olabilir.

    acil müdahalede önerilen dayanılabilecek en yüksek sıcaklıkta dikenin girdiği bölgenin ısıtılması ve bölgenin temizlenmesidir.

    tabii tekrar söylüyorum, doğruca acil servise gitmeniz gerekmektedir. bana bir şey olmaz demeyin.

    birkaç yıl önce anadolu yakası'nda bir yaz akşamı kıyıdan olta ile istavrit tutuyordum.
    o akşam da mübarek sekiz sekiz çekiyordum balıkları.
    derken bilmem kaçıncı çekişimde en sondaki iğnede bu balığı gördüm ama kaya balığı sandım ve niyetim iğneden çıkarıp denize geri göndermekti.
    balığı tutmamla sol el baş parmağımda bir sızı hissettim ve hemen peşinden inanılmaz şekilde kanamaya başladı parmağım.
    kan akarken yanımdaki dayılardan biri " dur tutma o balığı! " diye bağırdı bana.
    çok erken davranmıştı gerçekten!

    daha sonra elimin acısı artmaya başlayınca elimi yanımdaki deniz suyu ve istavrit dolu kovaya soktum ve su kırmızılaşmaya başladı.
    bu sırada dayı gelip bıçak sürdü balığın soktuğu yere, bir bez parçası bağladı ve bana hastaneye git dedi.

    ben ise arabama binip tek elle sürerken bir yandan da zonklayan sol elimin ağrısıyla neredeyse bağıracak gibi oldum.
    eve vardığımda sol elim komple şişmişti ve hemen buz dolu bir suya elimi daldırdım.
    bu öyle bir acı ki ben hayatım boyunca öyle bir ağrı hiçbir zaman hissetmedim, inşallah da hissetmem. aynı anda onlarca yerinizden kızgın şiş soksalar anca o kadar acır herhâlde.

    bir süre bu şekilde elimi suda tutarken daha sonra balığı internetten araştırmak geldi aklıma ve o uyarıyı gördüm:

    " elinizi asla soğuk su ile temas ettirmeyin! "

    sol elimi direkt çektim sudan ama yaklaşık 30 - 40 dk kalmıştı suda.
    daha sonra sıcak suya koydum ve şişkinlik de yarın iner düşüncesiyle uyudum.

    ertesi gün balığın soktuğu yer inanılmaz şekilde kaşınıyordu ve şişkinlik de pek inmemişti. sokulduğum yeri kaşırken bileğimin de şişmeye başladığını gördüm ve koluma doğru yayılıyordu şişkinlik. artık çare yoktu ve acile gittim.

    " rahatsızlığınız nedir? "

    " şeyyy, balık soktu da... "

    acilin gözdesi olmuştum. dayılar teyzeler artık balon gibi olmuş elime bakıyor " yav balık, adam mı sokar? " diyorlardı.

    çok beklemeden doktorun yanına girdim ve onu türkçeyi yeterince iyi konuşabildiğime ve hayvan türlerini de yeterince tanıyabildiğime, beni sokanın arı değil balık olduğuna ikna etmem yaklaşık bir dakika sürdü.

    üç farklı iğne yaptılar:

    zannediyorum tetanoz, antibiyotik ve ağrı kesici idi bunlar. tetanoz ve ağrı kesiciden eminim.

    bitti mi? bitmedi!

    kolumu komple alçıya aldılar!

    10 gün boyunca balık sokması sebebiyle kolum alçıda gezdim. aslında doktorun dediğine göre hemen acile gitseymişim buna gerek kalmazmış!

    10 gün boyunca çevremdeki insanlara kıyamet alameti gibi göründüm.

    " yav balık, insan sokar mı?
    balık ısırdı diye kol mu alçıya alınır?
    balık çok büyük müydü? "

    gibi sorulara cevap verdim.

    ben ettim siz etmeyin.
    dikkat edin.