hesabın var mı? giriş yap

  • ekmek ve özgürlük,eğer insanlar bu iki ihtiyaçtan birini seçmek durumunda kalırsa neyi seçerler...maddi temeli olmayan özgürlük sadece laftır...seyahat özgürlüğünüz var parasızlıktan seyahat edemiyorsunuz,yorum yapma özgürlüğünüz var ,yayacak medya bulamıyorsunuz...kullanamadığınız özgürlük sizin değildir.o halde bir sentez bulmak zorundasınız bu sentez sosyalizmdir.sosyalist ekonomide rant yoktur.rantı yokedemeyen toplumlar sosyalizmi hak edemezler

  • ''modern dokunuşlarla yepyeni bir boyuta taşıyor'' yazısını okuduktan sonra kesinlikle 675 tl eder dediğim anahtarlık, dokunuşlar önemli çünkü.

  • başlık tuttu madem, son zamanlarda doların neden yükseldiğine ilişkin bir şeyler yazayım şöyle anneye anlatır gibi:

    şimdi bu dolar dediğimiz amerikan parası, abd merkez bankası (fed) tarafından basılan bir ödeme aracı. dünyada ne kadar dolar olacağına fed karar verir. nasıl bizim merkez bankamızın belirli hedefleri ve misyonları varsa (fiyat istikrarı en önceliklisi) fed'in de kendi öncelikleri ve tutturmak istedikleri hedefler var.

    şimdi bu fed, kriz zamanlarında piyasayı canlandırmak için, işsizliği azaltmak ve büyümeyi sağlamak için bir karar aldı. dedi ki, alın size dolar, ama faize de koymayın, faizleri de düşürdüm dedi (0 ila 0.25), gidin bu parayı harcayın, yatırım yapın, paradan para kazanın dedi. bunları yaparken de hem büyürüz hem de yatırımlarda o kadar insan çalışacak işsizlik azalacak gibi bir plan yaptı. dolayısıyla, yıllarca piyasaya ucuzdan dolar saldı.

    peki bu dolarlar nerelere gitti? altına gitti, kendi iç piyasasına gitti, başka ülkelere gitti, başka ülkelerin borsalarına girdi. bu başka ülkeler kimlerdi? yabancı yatırımcıya ihtiyaç duyan ülkeler, gelişmekte olan ülkeler. türkiye gibi ülkeler. bu para yağdı türkiyeye. ucuzdan dolar oh mis. yabancı elinde dolarla geldi türkiyeye, bozdurdu dolarını, tl ile borsaya girdi, tlden faize koydu falan fistan.

    peki yıllarca süren bu dolar sağanağında bizim ne yapmamız gerekiyordu ve ne yaptık?

    biz bu likiditeyi bulduğumuzda yapmamız gereken şey yapısal bir takım iyileştirmeler ve uzun vadede bize para kazandıracak teknolojik gelişmeler ve know-how barındıran yatırımlar yapmalıydık. boylece piyasada para kalmayınca da ürettiğimiz katma değerli ürünleri satabilir, ülkeyi büyütebilir ve orta gelir tuzağından sıyrılabilirdik. eğitime bilime teknolojiye yatırım yapsa idik, bir güney kore gibi teknoloji üreten firmalarımız, ne bileyim hindistan gibi uzay araştırmaları gerçekleştirecek bilimsel altyapımız falan olabilirdi.

    ne yaptık bunları yapmadık da? ev yaptık. gökdelen diktik. harcadık. dolarları gömdük inşaata gömdük lüks araçlara gömdük iphone 6 lara. lan bu ucuz likiditenin bir sonu olabilir diye düşünmedik hiç..

    yıllar geçti ve 2013'e geldik.. fed yeni bir açıklama yaptı. dedi ki, artık ucuz para devri bitti. iyi kötü yıllarca saçtığım paralarla ekonomi biraz düzeldi. artık daha fazla para saçarsam bu sefer balonlar oluşur. doları hakettiği seviyeye yükselteceğim, faizleri artıracağım dolayısıyla yine tasarruf oranı artsın istedi. bu kararı neden aldı? çünkü 1) balonlar oluşabilirdi engellemek istiyor, 2) tasarruf oranları artmalı sermaye toparlanmalı. 3) fedin bütçesi trilyonlarca dolar oldu bunun bir sonu olmalı.

    sonuçta gezi eylemlerinden hemen öncesinde, tahvil alım programı adı verilen ucuz para saçma politikasını durduracağını açıkladı. bu bizim için ilk şok oldu. insanlar bu karara hemen tepki verdiler ve dolar yükselmeye başladı. bu duruma hemen müdahale edemediler bizim merkez bankamız. sonrasındaki süreçte siyasi gerginliklerle beraber beklentiler o kadar değişti ki dolar 2 liranın üzerini gördü. bizim merkez bankası da el mahkum doları düşürmek için faizleri 4-5 puan artırmak zorunda kaldı.

    faiz neden kötüdür? aslında faiz kötü değildir, ayarında faiz, enflasyona uyumlu faiz iyidir. çünkü sermaye toplanır. toplanan sermaye ile yatırım yapılabilir. faiz bu açıdan iyidir. ama olmaması gereken ve el mahkum istemeden yaptığın faiz artırımı kötü bir durumdur çünkü faiz yüksek olursa insanlar borç almak istemezler. borç almayınca da yatırım yapmazlar. yatırım yapmazlarsa her sene işgücüne katılan insanlar işsiz kalır. ya da mesela ev mev satın almamaya başlarlar. eldeki evler falan elde patlar. tayyibin şu an faiz indir diye yırtınmasının sebebi budur. amma kazın ayağı öyle değil işte. tayyibin dediği gibi kolay olaydı bütün dünya faizleri kaldıralım mis gibi yaşayalım küresel ekonomi coşsun di mi ne güzel lan hayat? tayyip rüya görüyor. gösteriyorlar.

    sonuç olarak, fed en sonunda bu faizleri, yukarda anlattığım sebeplerden ötürü artıracağını ifade etti. bu durumda neler oluyor bak:

    - yıllarca ucuz dolara alışmış ekonomiden yabancı elini çekmeye başlıyor. yani yabancı diyor ki, benim güvenilir merkez bankam da artık bana faiz vermeye başlayacak. dandik türkiyede ne işim var lan artık benim diyor. giderken dolarlarını alıyor ve içeride dolar azalıyor.

    - senin dolar türünde bir ton borcun var. o iphoneları alırken o range roverları alırken hayat çok güzeldi di mi? ucuz ucuz nasıl olsa öderim diye aldın doları bastın yine yabancı şirketlere. sahip olmadığın bir zenginliği öne aldın, önceden yaşadın. bu borç ödenecek illa ki. ve dolar da azaldı piyasada. ne yapacan? daha fazla tl vereceksin ki az olan dolardan elde edebilesin.

    - eğer teknolojik gelişmeler yapmış olsan, know-how değeri olan ürünlerin olsaydı onları satar yine dolar bulurdun ama parayla yaptığın betonları kimse almak istemiyor. güney kore gibi cep telefonu tablet gibi bişey üretebilseydin satar yolunu bulurdun şimdi ne yapacan?

    - bir de o kadar safsın ki, bu sahte zenginliği kendinden bildin. benim süper yeteneklerim ekonomiyi uçurdu zannediyorsun. ve halkımız da 90% embesil olduğu için büyük çoğunluk buna inanıyor. tayyip sayesinde oldu zannediyor yaşadığı sahte zenginliği. şimdi işler değişince de apışıp kaldı öyle. saçmalamaya başladın. kalan bir avuç yabancı vardı, onları da ürkütüyorsun. adamlar kuyruklarını kıçlarına alarak kaçıyorlar ülkeden lan ne işimiz var bizim bu sirkte diyerek.

    sonuç olarak, doların şu sıralar değerlenmesinin temel sebebi bunlar. eklemeler yapılabilir ya da bir hata yanlış varsa uyarın düzelteyim.

    ekleme: @sia belirtti; petrolün yükselişiyle türkiyeye giren ve düşüşüyle türkiyeden çıkan bir arap sermayesi mevcut. ve bir de yolsuzluğun yarattığı etki var, yolsuzluk iddiaları bile güveni sarsıp doların yükselmesine yol açıyor. bunlara şeffaflığımız, ekonomik özgürlüklerde geldiğimiz nokta vs gibi sosyal / siyasal riskleri de ekleyebiliriz. hepsinde de daha kötü yerlere gidiyoruz.

    edit: çok fazla soru geliyor 1) kriz çıkar mı, 2) euro'da da aynı durum geçerli mi diye. bu yazıda ele alınan dolar idi, euro'nun da ayrı bir hikayesi var elbette. krizin çıkıp çıkmayacağı da kriz lafından ne anladığınıza bağlı. şöyle bir şey yazmıştım geçen hafta: #49447815

    edit2: bu yazı birgün gazetesinin 6 mart sayısı manşeti dahil birçok yerde kopyalandı, yayınlandı, araklandı vs vs. onedio haricinde kimse ne izin istedi ne de referans gösterdi. bu hırsızlık kültürü ile bu ülke gelişmez beyler. fırsatınız varsa çekin gidin bu ülkeden.

  • bugün ismail küçükkaya'nın tbmm bahçesinde canlı olarak gerçekleştirdiği fox haber programında öğrendiğim;

    malum; süleyman demirel'in vefatı nedeniyle ülkede 3 gün milli yas ilan edildi ve tüm bayraklar yarıya indirildi. ismail küçükkaya ise kameramandan bayrağı çekmesini istedi, o esnada tbmm genel sekreteri de yayında konuk. bakın dedi, yas olmasına rağmen meclis bayrağı yarıya indirilmemiş durumda.

    genel sekretere nedenini sorduğunda; tbmm bayrağı milli egemenliği temsil ediyor dedi. bu yüzden tbmm bayrağı yas günleri de dahil dedi asla yarıya indirilemez. ayrıca hemen yanında beyaz bir flamanın olduğu bir bayrak direği daha vardı ve bakın dedi hemen yanında bir bayrak direği daha bulunuyor, eğer olur da türk bayrağının değişmesi gerekirse yırtılma, yıpranma, kirlilik vs. bu durumda türk bayrağı indirilmeden önce o flamanın oldugu direğe yeni bir türk bayrağı çekilir ve direk asla bayraksız bırakılmadan bu işlem gerçekleşir dedi.

    ayrıca bir de anıtkabir'de bulunan bayrak 10 kasım harici kesinlikle yarıya indirilmezmiş.

    ufku iki katına çıkarır mı bilmem ama bayrağını seven her bireyin bilmesi gereken şeylerdir diye düşünüyorum.

  • eniştemdi.

    bir tane eniştem vardı; amcamdı, dayımdı, dedemdi. tek vücutta toplanmış bütün erkek akrabamdı. yeri geldiğinde babamdı, abimdi, okul hayatımdaki bütün anketlerde idolünüz bölümü yanıtımdı.

    eniştem çok kitap okurdu. günde bir gazete, haftada bir kitap, ayda bir dergi derdi. gerçi o birden fazla dergi takip ederdi; zamanında aldığı fenomen dergileri en merakla incelediklerimdendi. her doğumgünümde kitap hediye ederdi. küçücükken okuduğum pollyanna da onun kitaplığındandı, ergenken meraklandığım incil de. lisede solculuk oynarken yine onun kitaplığındaki izmler sözlüğüyle anlamaya çalışıyordum komünizmi, kapitalizmi. üniversitedeyken okuduğum mukaddime de onundu. az buz değil, yüzlerce kitabı vardı. bir gün ölürsen bana bırak bunları derdim; ne densizdim. günde 3 defa, her öğün sonrası türk kahvesi içerdi, yanında sigarasını eksik etmezdi. pipo severdi. kaçak tütün alır, bazen kendi sigarasını kendi sarardı. tam da hayalinizde canlandırabileceğiniz türden bir adamdı. evde takım elbiseyle dururdu. sabah uyanır uyanmaz bayrammış gibi giyinir, dışarı çıkarken ecevit kasketini takardı. bir romandan fırlamış gibiydi işte. nasıl anlatılır ki. en sevdiği yazar fakir baykurt'tu. yüzüklerin efendisi'ni kitaptan okumuş, film halini hiç beğenmemişti. kitaplarından sonra kitaplığında en çok yer bulan şey fotoğraf albümleriydi. gittiği her yeri fotoğraflardı. iş için gittiği bütün şehirlerin bütün tarihi yapıları kart postal gibi dururdu albümlerinde.

    iyi adamdı. fazla iyi adamdı. her tatilde onlara giderdim, bazen abimle yalnız bazen annemlerle hep beraber kalırdık ve bir gün olsun rahatsızlık duymazdı sesimizden. en çocuk, en yaramaz yaşlarımda bile bir kez olsun kalbimi kırmadı. inançsızdı. açıkça ateistim demezdi hiçbir zaman ama din konusu olduğunda ortamdan siliniverirdi. teyzem ona çok kızardı. "şu mahalleye taşındık taşınalı bir kez olsun şu camiye gitmedin" derdi. "konu komşu herkes orada ama sen bir cuma bile uğramadın; cenazene kimse gelmeyecek mahalleden". eniştem muzır adam; caminin olduğu yokuşun sonunda birahane vardı köşebaşında, "ben camiye giderim gitmesine, o kolay iş; peki senin o komşular camiden çıkınca benimle birahaneye gelecek mi" derdi. ah canım eniştem haddinden fazla insandı.

    eniştem, çok kitap okuyan erkekti. anlattıklarım roman gibi biliyorum. gözünüzde canlandırdığınızda belki de olmak istediğiniz veya o bahsedilen evlenilecek erkek değil mi. değil işte.

    bütün bunları bir yana bırakınca, koca olan yanı sıkıntılıydı. hiçbir zaman çok para getirmedi eve. yeter mi yetmez mi demedi. kazandığı yeterdi elbet ama teyzem kıt kanaat geçinmeye çalışırken eniştem sigarasından, kitaplarından, dergilerinden, arkadaş buluşmalarından, rakı masalarından feragat etmedi hiç. acaba çocukların okul kitapları alındı mı demedi. beni hiç kırmadı, belki kimseyi kırmadı ama hiçbir zaman siyasi görüşü dışında taraf olmadı. kuzenlerimin hayati kararlarında hiçbir gün onlara yön göstermedi. tartışmalarda hiç taraf tutmadı. hiç kimseyi desteklemedi veya savunmadı. hep kenardaydı. yaşamın kıyısındaydı, dalgalar ona uğrayamadı. oğlu evlenirken de, kızı boşanırken de sadece kenarda durup kitap okumaya devam etti.

    4 yıl önce vefat etti eniştem. önce kalp damarları değişti. ciğerlerinden dolayı günlerce yoğun bakımdan çıkamadı. onca zorluk sonunda sigara içmemesi gerekince bu kez depresyona girdi. kahve kokusu aldığı an aklına sigara geliyordu. çok mutsuzdu. aynı kitap, aynı gözlüğüyle günlerce kıpırdamadan aynı sehpa üzerinde duruyordu. dayanamadı, bir yılbaşı gecesi burnumuza bir yerden pipo kokusu geldi. yetmedi; zatürre oldu. hastanede mutsuzluktan öldü. bütün mahalle cenazesine katıldı, herkes ağız birliği yapmış gibi söylüyordu: "rahmetli ne iyi adamdı".

    ölmeden bir yıl önce, daha henüz hastane yolları görünmemişken bir gün beni çağırdı. " artık yaşlandım, bir ayağım çukurda. bizim çocuklara sordum evde koyacak yerleri yokmuş. bir sevdiremedim bizim çocuklara kitap okumayı. benim kitaplarıma sen sahip çıkarsın. çıkar mısın? oku ama." dedi. bütün kitapları koliledik ve hepsini bana verdi. densizlikle söylediğim şeyi ölmeden önce gerçekleştirdi. şimdi yüzlerce kitabım var eski kokan. eniştemin ellerinin değdiği, gözlerinin değdiği, kaleminin değdiği. yüzlerce eniştem var ölümsüz.

    çok kitap okuyan erkek çok iyi bir insandır. çok kitap okumak, nihayetinde, eski türk fimleri gibi, iyi olmayı öğütler içten içe. iyi insan olmak iyi koca olmayı gerektirmez. iyi baba da olamayabilir çok iyi insan. fazla beklentili olmamak lazım.

    çok kitap okuyan erkek olsa olsa çok iyi bir enişte olur. takım elbiseli, ecevit kasketli, sigara sarısı bıyıklı, türk kahvesi kokulu.

    o enişte de bir gün gider.

    ve bazen geriye az tütün, çok kitap ve kahve kokusu kalır.

  • internette dolanırken görülen bir haberde dikkat çeken fiyatlardır. hem de bunlar deprem ertesi zamlanmış fiyatlar.

    ürün fiyat (tl)
    kısa samsun, maltepe 150.000
    uzun samsun, maltepe 175.000
    uzun tekel 2000 450.000
    kısa tekel 2000 (kutulu) 400.000
    uzun tekel 2001 300.000
    kısa tekel 2001 250.000
    35 cl. yeni rakı 1.400.000
    70 cl. yeni rakı 2.500.000
    70 cl. normal votka 2.000.000
    70 cl. cin 2.150.000
    75 cl. buzbağı şarabı 1.100.000

    lan dedim, dolar kaç paraymış acaba o zaman?
    http://paracevirici.com/…doviz/1999/amerikan-dolari
    1999 ortalaması 420.000,00 tl imiş.

    yani samsun/maltepe = 0,35 dolar * 3,86 = 1,35 tl
    uzun tekel 2000 = 1,07 dolar *3,86 = 4,13 tl
    35 lik rakı = 3,33 dolar*3,86 = 12,85 tl

    şimdilerde en boktan sigara 9 tl, 35'lik rakı da 50 tl

    lan dedim peki asgari ücret ne kadarmış o dönem?
    http://www.alomaliye.com/…r-1974-yilindan-gunumuze/
    93.600.000 tl imiş.

    peki bununla kaç şişe 70 lik rakı alınıyormuş?
    93.600.000/2.500.000 = 37,44

    şimdi 37,44 şişe 70liği kaça alıyoruz?
    37,44*93=3.481 tl

    asgari ücretle şu anda kaç 70'lik alınabiliyor?
    1404/93 = 15 şişe

    kimse ehonomi çoh iyi, alım gücü arttı demesin. kalbini kırarım.

  • akşama doğru mayolu ve bikinili insanların kumlu ayaklarla doldurduğu migros türü.

  • şimdi ne diyorduk. evet baharatlar. yemekleri baharatlamak için dikkate alınması gereken birtakım hususlar var ve bu hususların önceliği baharatların kendisi ile ilgili değil, zamanlama ve miktarı ile ilgili. hemen açıklayalım.

    baharatları yemeklerin lezzetini arttırmak için kullanırız fakat bir yemeğe ne kadar çok baharat atarsanız o kadar lezzetli olur algısı doğru bilinen yanlışlarda kafaya oynar. bazen de hiçbir şekilde eklememek gerekir. örneğin kavurma yapacaksanız bir tutam tuz yeterli olacaktır çünkü kavurma suyu çektirilerek hazırlanan bir yemek olduğu için içerisine atılan baharatlar konsantre olur ve ağırlık verir. bu entryde bu gibi sırları bol bol paylaşacağımız için yazımız birazcık uzun olacak.

    baharatları teker teker açıklamadan önce genel kurallarımızdan bahsedelim:

    -bir yemeğe tuz eklemeden önce yemekteki porsiyonların büyüklüğüne bakıyoruz. eğer parçalarımız büyükse pişirmeden hemen önce eklemeliyiz. eğer pişirmenin sonuna doğru eklersek yiyecek tuzu iyice ememez ve yüzeyde kalır.

    -eğer bizim için önemli bir yemek hazırlıyorsak baharatları pişirme esnasında azar azar eklemeli ve tadına bakarak ilerlemeliyiz. örneğin bol acılı sote yaparken bir avuç pul biber atacaksak bunu 3 parçada atmalı ve yemekteki aromasını tadarak ilerlemeliyiz. yemeğe henüz attığınız pul biber ile 10 dakika önce attığınız ve yemeğin içerisinde kavrulmuş olan pul biber aynı lezzette acılığı vermez. ikisinin de farklı aroması vardır ve lezzet bu iki aroma arasındaki dengede gizlidir.

    -yukarıda bahsettiğimiz gibi sıvıları çektirerek yemeğimizi pişiriyorsak tuz baharat miktarını azaltıyoruz.

    -kuru baharatlar yemeğin en başında eklenir çünkü aromalarını geç verirler. taze baharatlar ise yemeğin sonuna doğru eklenir. evet canım makarna yaparken o fesleğenin canını çıkarmayasın diye pesto sos var ve evet makarnanın sonuna doğru dereotu kullanılmasının mantığı budur.

    -bazı baharatların tadını yemekte hissetmek istiyorsak o baharatları istediğimiz yemekte kullanmadan önce dövebiliriz. tane karabiberi kavurup öğüttükten sonra yemeğin sonunda ekleyebiliriz. aromasını hemen verecektir çünkü.

    -diyelim ki kısık ateşte saatlerce pişirerek bir yemek yapacaksınız ve hidrofobik suaygırının dediklerini yaparak baharatları en baştan attınız. yanlış efendim. fazla pişirme yemekte lezzet kaybına yol açar. baharatların aroması sonsuz değildir ve uçucudur. sen 3 saatte yemek pişireceksin diye yemek lezzetli olacağı anlamına gelmiyor. süresini ayarlaman gerekiyor. “-tüm malzemeleri bir tencereye koyun kapağını kapatın o ağır ateşte saaaatlerceee pişsin, mükemmel olur” diyenler en hafif tabirle terbiyesizdir, fetocüdür.

    çocuklar için not: -bu arada kuru baharatları mikroorganizmaların taşıyıcılığı karşın en az 30 dakika pişirmeniz gerekmekte. özellikle şu sıralar gıda güvenliğine dikkat etmemiz gerekiyor. açık baharat satın alanlar yumurta, menemen gibi çabuk pişen yemeklere baharat kullanımına dikkat etsinler. en azından çocuklarına yedirmesinler. eğer üzerine serpiştirilen baharatlar kullanılacaksa mutlaka kapalı baharat satın alınmalı. sevgili aktar arkadaşlar üzgünüm.

    -baharatların kullanım ömrü 6 aydır. bu süre sonrasında özelliklerini yitirirler. siz yine kullanın ama çok fazla bişey beklemeyin derim ben.

    -mümkünse bütün baharat alın ve kendiniz öğütün. yemek pişirmeye meraklıysanız bir kahve öğütücüsü işinizi görecektir. bütün baharatlar hem daha uzun süre dayanır hem de hemen öğütülüp kullanıldığı için çok çok daha iyi aroma verir.

    -salatalara eklenen baharatlar aromalarını vermeleri için birkaç saate ihtiyaç duyarlar bu yüzden salatalarınızla baharatlarını doğramadan önce ya da doğradıktan sonra bir süre birlikte tutun. baharatınızı salataya kesinlikle sosu ile birlikte vermeyin.

    şimdi ülkemizde birçok baharat çeşidi var ama biz yalnızca pul biber- karabiber – kimyon – tuz kekik arasında gidip geliyoruz. aşağıda hangi baharatın hangi yemekte kullanıldığına ilişkin amme hizmeti yapalım.

    yenibahar: sosislerde, bir şekilde pişirilmiş etlerde (piştikten sonra işte). buharda pişmiş balıklarda birde kimse bilmez ama az miktarda kullanıldığında meyve ve keklerde çok güzel oluyor.
    anason tohumu : kurabiyelerde fena.

    defne yaprağı: bütün kırmızı çektirilen sosların içerisine atılmalı ama öyle görmemiş gibi bir avuç değil. bir tencere sosa bir adet yeterli.

    kereviz tohumu: eğer domatesli salataları seviyorsanız mükemmel olur.

    frenk maydanozu: çorbaların servisinde, yumurta servisinde birde peynir servisinde.

    chili: işinde meksika ibaresi geçen bütün yemeklerde. birde kıymalı yumurtada.

    frenk soğan: frenk maydanozunun kullanıldığı yerlerin aynısında. yada maydanoz yokken bunu mu atıyorum bilemedim şimdi.

    kişniş: şimdi bir dakika. bu baharat anadolu mutfağının jokeridir. “anadolu mutfağının modern sunumu” diye bir ibare görürseniz işin içinde kesin kişniş vardır. tv ye çıkan şefler arasında kişniş goygoyu döner. hepiniz hatırlarsınız “-bilmem ne yöresinin bilmem ne pilavına azıcık kişniş atıyoruzzzz” asya mutfağı dışında kimse kişnişin ne işe yaradığını bilmediği için kişniş önemlidir. kişniş baharat dünyasının ups kargosudur. esrarengizdir.

    tarçın: her türlü hamur işine, sütlü tatlılara atarız ama tarçın asıl olarak pişmiş meyveli tatlılara ve tatlı patateslere çok iyi uyum sağlar.

    kişniş tohumu: yalnızca tv programlarında

    köri: yumurta ürünlerinde, tavuklarda (tamam tamam yazmam lazımdı) pirinç yemeklerinde.

    rezene: içinde italyan kelimesi geçen bütün yemeklerde, doğal olarak domatesli yemeklerde birde balıklarda.

    garam masala: bunun orjinalini alın ve yalnızca et yemeklerinde kullanın. başka yerlerde de kullanılıyor ama gerek yok. ziyan olmasın.

    zencefil: etleri pişirmeden önce kullanıyoruz. meyve kullanılan yemeklerde de güzel oluyor.
    ardıç tohumu: av hayvanlarının marinasyonlarında.

    mercanköşk : kümes havanlarında, kıymalı içlerde, zencefil gibi pişirmeden önce etlerin marinasyonunda.

    paprika: sosuna ekmek banmalık bir sote yapacaksın. tavayı ısıt. evet tavayı ısıtmadan yağ koymuyoruz. sinir etmeyin adamı. neyse yağ ekledik salça ekledik. kavur. içerisine bir yemek kaşığı paprika at. sonra istediğin miktarda içme suyu ekle. biraz karıştır. içerisine daha önce sotelediğin etleri at. kapağı kapalı olarak 20 dakika kısık ateşte tıngırdat. paprikaya taparsın.

    kekik: serada yetiştiriyor, dağda kökünü söküyor, yaprağını kurutuyor, sapını öğütüyor, tohumunu alıyoruz. çayını bile içiyoruz. bence bayrağımıza koymalıyız.

    muskat: ülkemizde bütün aktarlarda var ama dikkatli kullanılması gerekir. çünkü içeriğinde mescalin isimli uyuşturucu bir madde içerir. 20. yy. da amerika’daki hapishanelerde yasak olduğunu okumuştum. biz bunu akademik olarak çorbalarda, kremalı soslarda, tavuklarda kullanıyoruz.
    haşhaş tohumu: domates soslarında.. birde kuzu yemeklerinde iyi gider.

    biberiye: sanılanın aksine balıktan daha çok kuzuya yakışır.

    adaçayı: taneli sebze yemeklerinde iyidir.

  • çünkü nitelikleri sıfır.
    daha cümle kuramayan bu ayak takımı, lümpen, kara cahil tayfa; zaten midesinden ve avrupa ülkelerinde işsizlik parası+sosyal yardımla yaşayıp, türkiye'de evler almaktan başka neyi düşünebilir ki?

    not: yukarıda yazdıklarım her türlü yalan-dolan-dalavere ile oraya bir şekilde gitmiş anadolu çomarlarını tanımlamaktadır. ülkemizin getirildiği feci durumdan kaynaklı olarak asgari insanca yaşam ve emeğinin karşılığını alabilmek için gitmek zorunda kalan nitelikli güzel insanlara sözümüz yoktur.
    edit: düzeltme ve ekleme.

  • pc ya da ozellikle mobilde oyun oynarken gecemediginiz bir bolumu o an birakip birkac saat sonra denediginizde ilk seferde geciyorsunuz. bunu siz oyunu oynamayi birakmayin diye biz yapiyoruz. net olarak beceremiyorsunuz yani aslinda, ortalama alti siniflandirilip belli oranda avantajlandiriliyorsunuz. bu da size "oyunu cozuyorum" hissi yaratiyor, daha cok baglaniyorsunuz.

    coklu oyunculu oyunlarin kucuk bir kisminda siz raunda baslamadan oyunun sonucu belirleniyor. ne yapsaniz kazanamiyor ya da dogrudan kaybetmeye oynamazsaniz kaybedemiyorsunuz. zaten eslesme esnasinda kazanacak-kaybedecek diye eslesiyorsunuz. bunun sebebinde detaya giremiyorum maalesef ama tahmin ettiginiz gibi sadece para odakli degil.

    konsollar onceleri bu isten daha az etkileniyordu ama artik pc'den farki yok calisan sistemin. yukarida anlattigim her oyunda yok, cunku maliyetli sistemler ancak "cok sardi birakamiyorum" dediginiz oyunlarda bu tip seyler genelde mevcut.

  • ülkeye dair tüm umutlarımı söndüren herif. sonraki seçimde iktidarı kaybetse de kaybetmese de ben artık bu ülkede kalmak istemiyorum. gitmezse zaten bugünleri bile mumla aratacak. ama gitse bile arkasında öyle bir enkaz bırakacak ki, düzeltmesi belki de en az 10 yıl sürecek. ben daha 20’li yaşlarımın başında birisi olarak neden hayatımın en güzel yıllarını fundamentalist bir diktatörün uyguladığı deneysel politikaların enkazını temizlemekle geçireyim ki?

    zaten ülke şu haldeyken bile kendisini destekleyen %25 - %30’luk bir kitle var. bu insanlardan da artık hiç hazzetmiyorum. onlarla aynı ülkede bile yaşamak istemiyorum. aynı kendisi gibi tüm her şeyi bildiğini sanan, herkes bize düşman kafasında, kafayı dinle bozmuş bir seçmen kitlesi var. iktidar değişse bile bu insanlardan kurtulmak mümkün değil.

    kendisine teşekkür edilebilecek tek şey, kendi yaşıtlarım ve daha genç jenerasyona öyle bir travma yaşattı ki bu saatten sonra siyasal islamın genç seçmenler arasında ve dolayısıyla ülkenin geleceğinde taban bulabileceğini hiç sanmıyorum.

  • tavandan alamayınca bize yayılmış anladığım kadarıyla.

    adamlar çanta çanta doları hiçbir kaydı kuydu olmadan banka müdürü kadına kaptırmışlar, utanmadan bir de dava açmışlar, devlet de "arkadaş bu dolarların kaydı kuydu nerede?" bunlara sormamış ama vergi denince akla biz geliyoruz...